Durun! Kim olduğunuzu bilmiyorum ama durun! Sadece en büyük derdinizin yastığınıza bıraktığınız saçlarınız ya da gözlerinizin etrafında beliren kırışıklıklar olmadığını biliyorum. Yalnızca durun. Biraz konuşmak istiyorum. Kendi yolumla konuşmak istiyorum. Takdir edersiniz ya da etmezsiniz, fakat kelimeler kalemimden dudaklarımdan çıktığından daha kolay çıkarlar. O yüzden durun. Çünkü vakit alabilir. Beni anlamak yani. Anlayışınız için minnettarım. Peki nereye gidiyordunuz? Hayır durun, söylemeyin! Kuşkusuz muhteşem bir yere, olağanüstü bir işi başarmaya gidiyor olacaktınız. Gülümsüyorsunuz, pembeleşti yanaklarınız. Şu işe bakın, az önce biliyordum neler söyleyeceğimi... Ama unutturdunuz bana. Hayır, gitmeyin lütfen. "Lütfen"! Dudaklarımdan çok sık ve kolay çıkmayan bir söz daha, tıpkı "gitme" gibi. İsminizi bahşeder miydiniz? Ama durun! İstemiyorum bilmeyi, telaffuz edilemez bir şey olmalı. Kavrayamayabilirim manasının derinliğini. Sizinle kalsın, sizinle güzeldir o isim. Başkalarının seslendirmesiyle mükemmeliği azaltılmamalı. Dans eder misiniz? Yo yo, elinizi tutabilmek cesaretine sahip bir kalbi barındırmıyor vücudum. Demek istediğim dans edebilir misiniz? Bağışlayın. Tabi ki ediyorsunuz. Amacım bunu sizden duymaktı sadece. Az önce attığınız birkaç adımı gördüğümde bile hayat boyu dansettiğinizden, yarın güneşin doğacağından emin olduğum gibi emin oldum. Hava ne kadar sıcak değil mi? Halbuki henüz birkaç an evvel donmuş parmaklarımı işgüzar nefesimle sıcak tutmaya çalışıyordum. Sizi hayat boyu tanımamış gibiyim, o kadar farklı görünüyorsunuz ki bana. İnsanları her şeye rağmen seviyorsunuz değil mi? Beni bile sevdiğinizi düşüneceğim neredeyse... Ama korkmayın sapkın düşüncelere sahip anlık bir şair yok karşınızda! Bana karşı gösterdiğiniz sonsuz hoşgörünüzü sevginiz gibi ayrıcalıklı bir duyguyla karıştıracak kadar ümitli değilim hayattan. Lakin düşünmeyesiniz ki bunun eksikliğini bundan böyle hayatı boyunca hissetmeyecek muhattabınız. Hayır, üzülmeyin sakın benim için. Biliyorum başkaları için üzülmek sizin için olağan bir şey. Hoşgörünüzü, üzüntünüze tercih ederim yine de. Hiç konuşmuyorsunuz? Hayır durun, durun. Duymaya hazır değil o melodiyi kulaklarım. En sevdiğim şarkıyı artık dinleyememekten korkuyorum. Hem ben sizin sesinizi bir daha nerede duyarım? Dudak büküyorsunuz. Hayır, beni yanlış değerlendirmeyin rica ederim. İlerisi için bir ihtimale atıfta bulunmadım ben. İhtimal sunulmasını isteyemem kendime zira. İhtimallerle yaşayamam ben, düzenli olmalı her şey! Pekala... Ben karşınıza çıkmadan önce şu köşeden dönecektiniz sanırım veyahut buradakinden dönecektiniz. Siz beni geçip gittiğinizde arkama dönüp bakmayacağım. Hangi yolu seçtiğinizi bilmek istemiyorum. Bir gün o yolda yürüyüp sizin izinizi sürmekten korkarım. Karşılaşırsak yine bir gün, tesadüf ya da bazılarının dediği gibi kader olsun. Siz hem kadere inanan hem de bazen tesadüflere pek mühim anlamlar yükleyebilen birisine benziyorsunuz. Dilerim bir dahaki karşılaşmamızda da buna inanırsınız, yani kader veya anlamlı bir tesadüf olduğuma kanaat getirirsiniz. Belki o zaman, gözlerinizdeki o kayıtsız hoşgörünün yakan acısını hissetmem. Belki o zaman, "olur". Belki, belki, belki.. Denetim altında olduğunu sanıp da, belkilerle boğuştuğum hayatımda artık emin olduğum şey; şu an itibariyle bu yoldan ne zaman yürürsem aklıma düşeceğinizdir. Endişelenmeyin, zira bu yazgıyı kendi irademle kabul ediyorum. Hem zaten bir şeyler yapmak için artık çok geç. İyi günler diye bitirmeyi severim bazen yazılarımı. O halde, iyi günler!